Paris’in kalbindeki Louvre Müzesi, yarım milyona yakın sanat eserine ve yüzyıllar süren mimari eklentilere ev sahipliği yapmasıyla, tam anlamıyla bir sanat hazinesidir. İlk temelleri 12. yüzyılda atılan bu yapı (bkz: Louvre Müzesi Tarihçesi) , yeraltında kalan kalıntılarıyla Orta Çağ’a dair izler sunarken, Rönesans ve Klasik Fransız stilinin yansıdığı katmanlarıyla da ziyaretçileri büyüler. ABD’nin Washington D.C.’deki Capitol binasına ve New York’taki Metropolitan Müzesi’ne ilham verdiği de bilinmektedir.
Yapının hikâyesi, 1190 yılında bir savunma kalesi olarak inşa edilmesiyle başladı. 1546’da Kral I. François, Louvre’u Fransa krallarının ana ikametgâhı hâline dönüştürdü; XIV. Louis’nin 1682’de sarayı Versailles’a taşımasına dek de bu gelenek devam etti. XIII. Louis ve XIV. Louis gibi hükümdarlar, yeni eklemeler yaparak yapının mimari zenginliğine katkıda bulundular. 1793’te Ulusal Meclis, yapının bir müzeye dönüştürülmesine karar vererek Fransa’nın en değerli sanat eserlerini halka açtı. Son büyük mimari dokunuş ise 1980’lerde I. M. Pei imzalı cam piramidin eklenmesiyle gerçekleşti.
Günümüzde, 38.000’den fazla eserin sergilendiği bu devasa müzede ziyaretçiler, hangi bölümden başlamaları gerektiğine çoğu zaman karar vermekte zorlanır. Louvre’da, sekiz ana küratöryel bölüm bulunur. Bunlar:
- Mısır Eserleri
- Yakın Doğu Eserleri
- Yunan, Etrüsk ve Roma Eserleri
- İslam Sanatı
- Heykel
- Dekoratif Sanatlar
- Resim
- Baskı & Çizim
Louvre Müzesi’nde Görülmesi Gereken 20 Eser
Aşağıda, web ekibimizce Louvre Müzesi’nde mutlaka görülmesi gereken 20 önemli eser sıralanmıştır. Bu sıralama yapılırken eserler bulundukları kanada (sırasıyla Richelieu, Sully ve Denon) ve de bulundukları bölüme göre sınıflandırılarak bir rota dahilinde bu eserleri gezmeniz amaçlanmıştır.
Müzedeki yoğun ziyaretçi trafiğini göz önünde bulundurarak, giriş biletlerinizi önceden almanızı (eğer bahar ve yaz aylarını kapsayan yüksek turizm sezonunda ziyaret edecekseniz en az 1 ay öncesinden almanızı öneririz) öneririz. Web sayfamız da sizler için ücretsiz bir rehber niteliğinde olup; Louvre gezinizi yaparken bu yazımızda detaylı olarak anlattığımız 20 eseri gezi programınıza dahil etmenizi mutlaka öneriyoruz. Haydi Başlayalım!
1) Hammurabi Kanunları
Hammurabi Kanunları, Yakın Doğu tarihi ve dünya hukuk sistemi açısından büyük önem taşıyan kadim bir yasa metnidir. Yaklaşık M.Ö. 1755-1750 yıllarına tarihlenen bu ünlü kanun steli, Babil’in Birinci Hanedanlığı’nın altıncı kralı olan Hammurabi tarafından hazırlattırılmıştır. Yaklaşık 2 metre yüksekliğindeki bazalt dikilitaşa kazınmış bu metin, tarihin en eski ve en iyi korunmuş hukuk belgelerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Bu stelin üst kısmında, Kral Hammurabi ve adalet tanrısı Şamaş’ın bir arada tasviri yer alır. Bu sahne, kralın yasaları ilahi bir kaynaktan aldığına işaret eder. Stelin alt bölümündeki metin ise 4.000’den fazla satırdan oluşan çivi yazısı ile yazılmıştır. Bu çivi yazısında, “Göze göz” ilkesiyle bilinen kuralın yanı sıra, birçok farklı hukuki düzenleme de yer alır. Toplamda 282 maddeden oluştuğu düşünülen Hammurabi Kanunları, aile hukuku, ticari anlaşmazlıklar, mülkiyet hakları ve ceza hukuku gibi konuları kapsamlı bir şekilde ele alır.
Hammurabi Kanunu’nun orijinali Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir. Bunun dışında, New York’taki Birleşmiş Milletler binası ve Berlin’deki Pergamon Müzesi gibi önemli kurumlarda da bu stelin kopyaları bulunmaktadır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Hammurabi Kanunları, Louvre Müzesi’nin Richelieu Kanadı içinde, Antik Yakın Doğu Eserleri Bölümü’nde (Département des Antiquités Orientales) Salle 227 (oda 227)‘de sergilenmektedir.
2) Lamassu: Horsabad’ın Kanatlı Boğaları
M.Ö. 8. yüzyılda hüküm süren Asur Kralı II. Sargon, günümüz Irak topraklarında Horsabad (bugünkü Dûr-Şarrukin) adlı yeni bir başkent kurdu. Bu başkent, Asur İmparatorluğu’nun gücünü ve büyüklüğünü yansıtan iddialı bir mimari projenin ürünüydü. Krala ait saray ve çevresindeki yapılar, Asur sanatının en önemli örneklerinden sayılabilecek detaylarla donatıldı. Sarayı süsleyen devasa lamassu heykelleri, boğa gövdeli, kartal kanatlı ve insan yüzlü koruyucu ruhları simgeler. Yaklaşık 28 ton ağırlığındaki bu heykeller, krallığın ihtişamını ve gücünü sadece Asur halkına değil, dönemin diğer medeniyetlerine de göstermeyi hedefliyordu.
Başkent Dûr-Şarrukin’in kaderi, Kral II. Sargon’un savaşta ölmesi ve naaşının bulunamamasıyla trajik bir hal aldı. Kralın naaşına ulaşılamaması, şehrin “lanetli” olduğu inancını güçlendirdi. Bunun sonucunda, II. Sargon’un oğlu Senaherib, başkenti Dûr-Şarrukin’den Nînova kentine taşıdı. Dûr-Şarrukin bu olayın ardından giderek önemini yitirdi ve zaman içinde kumlar altında kaldı.
Uzun bir süre unutulmuş olan lamassu heykelleri ve Asur saray kalıntıları, 1843 yılında Fransız konsolosu Paul Émile Botta tarafından gerçekleştirilen kazılar sayesinde yeniden gün yüzüne çıkarıldı. Böylece, Louvre Müzesi’nin ilk Asur koleksiyonunun da temelleri atılmış oldu. Botta’nın keşfi, dönemin arkeoloji ve sanat dünyasında büyük yankı uyandırdı; zira bu kadar iyi korunmuş heykeller ve saray kabartmalarıyla birlikte Asur medeniyetine dair çok değerli bilgiler de günümüze taşındı.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Kanatlı Boğalar, Louvre Müzesi’nin Richelieu Kanadı içinde, Antik Yakın Doğu Eserleri Bölümü’nde (Département des Antiquités Orientales) Salle 229 (oda 229)‘da sergilenmektedir. Kanatlı Boğalar’ı gördükten sonra Richelieu Kanadı’nın bir üst katına geçiniz.
3) III. Napolyon Daireleri
1861’de Devlet Bakanı Achille Fould için dekore edilen bu daireler, 2. İmparatorluk dönemi Fransasının ihtişamlı yaşam tarzını gözler önüne serer. Kırmızı kadifeler, altın işlemeler ve görkemli salonu süsleyen tablolar, dönemin gösterişli balolarına sahne olmuştur. 1871’deki Paris Komünü Yangını’ndan sonra Maliye Bakanlığı’nın kullanımına geçen daireler, 1989’a kadar kapalı kalmıştır. 1993’ten itibaren ise halka açılarak ziyaretçilere zamanda yolculuk hissi yaşatır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Napolyon Daireleri, Louvre Müzesi’nde Richelieu Kanadı’nda, 1.katta yer almaktadır. Oda 632’de yer almaktadır.
4) Jan Vermeer’in “Dantel Ören Kız” Tablosu
Jan Vermeer’in “Dantel Ören Kız” (İngilizce adıyla “The Lacemaker”) tablosu, 17. yüzyıl Hollanda resim sanatının başyapıtları arasında yer alır. Barok Dönemi’nin ve Hollanda Altın Çağı’nın etkilerini yansıtan bu eser, dönemin en özgün ve incelikli örneklerinden biri olarak kabul edilir. 1669 dolaylarında yapıldığı tahmin edilen tablo, 1870 yılında Louvre Müzesi koleksiyonuna katılmıştır. Eserin küçük boyutlarına rağmen Vermeer, ışık kullanımı ve kompozisyon düzeniyle dikkat çeker. Arka plandaki sadelik, genç kadının el becerisine odaklanmayı sağlar.
Tablodaki ana figür, dönemin moda anlayışını ve ev içi hayatın önemini de yansıtmaktadır. Dantel, 17. yüzyılda sosyal statünün bir göstergesi olduğu için, bu uğraşı hem zarif hem de kültürel açıdan özel bir konuma sahiptir. Vermeer, modeli son derece yalın bir fon üzerinde tasvir ederek dikkati tamamen figürün eylemine ve sanatçının ustalığına yöneltir. Bu sayede, tabloda gündelik yaşam sahnesinin inceliği ve kadının maharetli elleri ön plana çıkar.
Vermeer, ışığı kullanmadaki ustalığıyla tanınır. Dantel Ören Kız tablosunda da özellikle sol üstten gelen ışık, kadının yüzüne ve elindeki dantelin narin dokusuna vurur. Böylece renk ve ton geçişleri belirginleşir, tabloya doğal bir parlaklık hâkim olur. İzleyicinin gözü, kadının yüzündeki odaklanmış ifadeden iplik topuna doğru yönlendirilir. Bu görsel akış, izleyiciyi resmin içine çeken sakin bir ritim oluşturur. Ayrıca tablo, Vermeer’in renkleri sade ama etkili bir şekilde kullanmasıyla öne çıkar. Arka plan genellikle açık ve nötr tonlarda tutulur; bu da odak noktasının kadının yüz ifadesine, ellerine ve dantel işine kaymasını sağlar. Eserdeki sarı, kırmızı ve mavi tonlar, kadının elindeki malzemeleri öne çıkarırken, Hollanda resim sanatına özgü durağan ve sakin atmosferi destekler.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Dantel Ören Kız Tablosu, Louvre Müzesi’nin Richelieu Kanadı içinde Hollanda ve Flaman resimlerine adanmış bölümde ve Oda 837’de ziyaret edilebilir. Napolyon Daireleri sonrası 2. kata devam ederek Vermeer’in tablosunu görebilirsiniz.
5) Okçular Frizi ve Aslan Frizleri
Tarihte dünyanın en eski kentlerinden biri olan Susa, önce Elam uygarlığına başkentlik yapmış, ardından Pers Ahameniş İmparatorluğu’nun önemli siyasi ve kültürel merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Bu görkemli kent, özellikle Kral I. Darius’un sarayında yer alan renkli tuğla frizleriyle ünlüdür. Sarayın duvarlarını süsleyen tuğla frizler arasında, ellerinde mızrak ve ok bulunan sakallı okçuların sıralandığı “Okçular Frizi” özel bir yere sahiptir. M.Ö. 6. yüzyıla tarihlendirilen bu eser, Pers ordusunun en seçkin birlikleri olarak bilinen ve “Ölümsüzler” diye anılan 10.000 kişilik muhafız birliğini tasvir ettiğine inanıldığı için tarihsel anlamda büyük değer taşır.
Okçular Frizi’nde kahverengi, beyaz ve sarı renklerde sırlı tuğlalar ustalıkla birleştirilmiştir. Bu renk ve desen uyumu, Ahameniş sanatının inceliklerini sergilerken aynı zamanda frizin yapıldığı dönemdeki yüksek sanatsal beceriyi de gözler önüne serer. Okçuların duruşları, giysilerindeki detaylar ve yüz hatlarındaki ifade, Pers ordusunun disiplinini ve gücünü göstermektedir.
Susa’daki sarayda yer alan bir diğer dikkat çekici süsleme de “Aslan Frizleri”dir. Aslan, antik dünyada gücün, liderliğin ve krallığın simgesi olarak kabul edilmiştir. Ahameniş İmparatorluğu için aslan figürünün kullanılması, kralın ve devletin kudretini yansıtmakta önemli bir rol oynar.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Richelieu’den çıktıktan sonra Sully’nin zemin katında önce Yakın Doğu/Pers frizlerini (Okçular-Aslan) ve ardından Mısır bölümünde Tanis Sfenksi’ni ziyaret ediniz. Okçular Frizi ve Aslan Frizleri, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Salle 307 (oda 307)‘de ve 308’de sergilenmektedir.
6) Tanis’in Büyük Sfenksi
Tanis, Eski Mısır’ın 21. ve 23. Hanedanlık dönemlerinde başkent konumundaydı. Bu nedenle pek çok anıtsal yapı ve kutsal kalıntıya ev sahipliği yapmıştır. Bu sfenks de Tanis’teki Amun-Ra Tapınağı kalıntıları arasında bulunmuştur. Amun-Ra, Eski Mısır panteonundaki en önemli tanrılardan biri olarak kabul edildiğinden, bu tapınağın önemi oldukça büyüktür. Tarihçiler ve arkeologlar, sfenksin tapınak girişinde veya kutsal alanlarda ziyaretçileri karşılamak amacıyla konumlandırılmış olabileceğini düşünmektedirler. Bu görkemli sfenks, 19. yüzyılın başlarında Avrupa’da Eski Mısır’a yönelik büyük bir ilginin olduğu dönemde Louvre Müzesi koleksiyonuna dahil edilmiştir. O dönemde Mısır’dan getirilen pek çok arkeolojik eser, Batı’daki müzelerde sergilenmeye başlanmıştır. Tanis’in Büyük Sfenksi de bu akımdan nasibini alarak, bugün Louvre Müzesi’nin en popüler ve dikkat çekici parçalarından biri haline gelmiştir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Tanis’in Büyük Sfenksi, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Salle 338 (oda 338)‘de sergilenmektedir.
7) Gabii’nin Diana’sı
Gabii’nin Diana’sı, 1792 yılında Roma yakınlarında bulunan Gabii bölgesinde gün yüzüne çıkarılmış göz alıcı bir mermer heykeldir. Kısa bir tunik giyen ve omzuna pelerinini iliştirirken tasvir edilen bu genç kadın figürü, Antik Yunan mitolojisindeki av tanrıçası Artemis’in (Roma mitolojisinde Diana) benzersiz bir yansıması olarak kabul edilmektedir.
Heykelin keşfi, 18. yüzyılın sonlarında (1792) Roma yakınlarındaki Gabii bölgesinde gerçekleşmiştir. Antik dönemde önemli bir yerleşim alanı olan Gabii, pek çok sanat eserine ev sahipliği yapmasıyla da tanınmaktadır. Bulunan bu mermer heykel, başta bölgedeki koleksiyoncuların ve sanatçıların ilgisini çekmiş, ardından 1820 yılında Louvre Müzesi’ne taşınarak kalıcı koleksiyonun parçası olmuştur.
Gabii’nin Diana’sı, kısa tunikli ve hareket hâlinde tasvir edilen genç bir kadın figürüdür. Heykelin en dikkat çekici noktalarından biri, figürün pelerinini omzuna iliştirirken vücudunda yarattığı doğal gerilme ve hareket hissidir. Antik Yunan heykel sanatında görülen anatomik doğruluk ve zarafet, bu eserde de belirgin şekilde göze çarpar. Praxiteles okuluna atfedilen heykelin yumuşak hatları, ince işçiliği ve dengeli kompozisyonu, dönemin üslubunu mükemmel biçimde yansıtmaktadır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Gabii’nin Diana’sı, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Yunan, Etrüsk ve Roma Antik Eserleri Bölümünde Salle 348 (oda 348)‘te sergilenmektedir. (Sully’de bir üst kata geçtikten sonra sırasıyla Gabii Diana’sı, Milo Venüsü, Eşler Lahdi ve Oturan Katip eserlerini görebilirsiniz.)
8) Milo Venüsü
Milo Venüsü (Venus de Milo), eski Yunan heykel sanatının en çarpıcı ve merak uyandıran eserlerinden biri olarak kabul edilir. M.Ö. 2. yüzyıla ait olduğu düşünülen bu heykel, günümüzde Louvre Müzesi’nin en popüler yapıtlarından biri konumundadır. Bilhassa eksik kolları ve zarif duruşuyla dikkat çeken Milo Venüsü’nün arkoeloglar Afrodit (Venüs) heykeli olma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu düşünmektedir.
Milo Venüsü, 20 Nisan 1820 tarihinde o dönem Osmanlı toprağı olan Milos (Melos) Adası’nda yaşayan Yunan köylü Yorgos Kentrotas tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Söylentilere göre, Kentrotas heykeli yarı gömülü hâlde bulmuş ve kısa süre sonra bu değerli eser, Fransız subayların dikkatini çekerek Louvre Müzesi’ne götürülmüştür. Eserin ilk bulunduğunda çeşitli parçalar hâlinde olduğu, hatta üzerinde “Alexandros of Antioch” imzasının yer aldığı bir kaidenin de bulunduğu rivayet edilir. Ancak bu kaide daha sonra kaybolmuş veya yok edilmiştir.
Yaklaşık 203 cm yüksekliğindeki Milo Venüsü, Paros Adası’ndan çıkarılan Parian mermerinden yontulmuştur. Yunan mitolojisinin aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’i (Roma mitolojisindeki karşılığı Venüs) tasvir ettiği düşünülen heykel, dönemine göre son derece ince işlenmiş detaylarıyla beğeni toplar. Vücudun sağa doğru hafif dönük hâli ve zarif kıvrımları, dönemin heykel sanatında sıkça görülen “kontrapposto” (ağırlığın bir bacağa verilmesi sonucu gövdenin doğal eğrisi) duruşuna işaret eder. Bu duruş ve anatomik orantılar, antik Yunan sanatının göze çarpan en önemli özelliklerinden biridir.
Milo Venüsü’nün en dikkat çekici özelliği, tıpkı Semadirek Zaferi’nde (Nike) olduğu gibi kollarının eksik olmasıdır. Tarihçiler ve sanat tarihçileri arasında bu eksik kolların ne tuttuğu veya nasıl duruyor olduğu konusunda birçok farklı görüş mevcuttur. Günümüzde kabul edilen en yaygın teori ise, sol elin bir elma tutuyor olabileceğidir. Bu teori, “Paris’in Yargısı” mitindeki elma hikâyesine (Afrodit’e verilen altın elma) gönderme yapar. Bir diğer görüş ise sağ elin elbiseyi tutarak Afrodit’in vücudunu daha belirgin biçimde sergilediği yönündedir. Kolların neden kırık olduğu veya nasıl kaybolduğu konusunda net bir bilgi olmamakla birlikte, bazıları kolların nakliye sırasında zarar gördüğünü ya da heykel toprak altındayken geçirdiği doğal aşınmayla kırıldığını öne sürmüştür.
Milo Venüsü, Helenistik Dönem ya da Klasik Dönem sonlarına tarihlenen üslubuyla sanat tarihinde önemli bir yer tutar. Dönemin tipik özelliklerini yansıtan zarif formu, heykelin salt bir tanrıça figürü olmaktan öte, estetik anlayışın doruk noktalarından biri olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Aynı zamanda Louvre Müzesi’nde Mona Lisa’dan sonra en çok ilgi gören eserlerden biri olması, heykelin dünya çapındaki ününü kanıtlar niteliktedir. Sizin de ziyaretinizde Milo Venüsü’nü mutlaka görmenizi öneriyoruz.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Milo Venüsü, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Klasik ve Helenistik Yunan sanatı bölümünde Salle 345 (oda 345)‘te sergilenmektedir.
9) Eşler Lahdi
Eşler Lahdi , Etrüsk sanatının en dikkat çekici ve zarif örneklerinden biri olarak kabul edilir. M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen bu eşsiz lahit, Etrüsk medeniyetinin sanatsal ve kültürel özelliklerini anlamak açısından büyük önem taşır. Lahitte, yastığa yaslanmış ve yan yana uzanan evli bir çift tasvir edilir. Kadının kucağında bir meyve tutması, Etrüsk kültüründe bereket ve misafirperverlikle ilişkilendirilmekte olup; lahitte tasvir edilen erkeğin kolunun eşinin omzunda olması ise, birlikte geçirdikleri yaşamı vurgulamaktadır.
Lahit, terrakotta (ateşte pişirilmiş toprak) malzemesinden yapılmış olup, 1845 yılında günümüz İtalya’sında Roma yakınlarında yer alan Cerveteri’de yapılan kazılar sırasında bulunarak Louvre Müzesi koleksiyonuna dahil edilmiştir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Eşler Lahdi, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Yunan, Etrüsk ve Roma Antik Eserleri Bölümü’nde Salle 633 (oda 633)‘te sergilenmektedir.
10) Oturan Katip Heykeli
Oturan Katip heykelinin muhtemelen M.Ö. 4. veya 5. Hanedanlık döneminde (Eski Krallık dönemi) yapıldığı düşünülmektedir. Söz konusu dönem, Mısır uygarlığının piramitlerin inşası ve idari sistemin gelişimi gibi büyük atılımlar yaptığı, sanat ve kültürün en parlak çağlarından biridir. 1860 yılında Saqqara yakınlarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bu heykel, aynı dönem bulunan bir çok eser gibi Mısır’dan Fransa’ya getirilmiştir.
Antik Mısır uygarlığı, yalnızca firavunların veya soyluların değil, aynı zamanda devlet görevlilerinin ve bilginlerin de sanat yoluyla ölümsüzleştirilmesine büyük önem verirdi. Bu anlayışın en çarpıcı örneklerinden biri olan Oturan Katip Heykeli, Mısır sanatının zarafetini ve dönemin inanç sistemini gözler önüne seren nadide bir eserdir. Günümüzde Louvre Müzesi’nin en değerli parçalarından biri olarak kabul edilir.
Peki nedir bu heykeli en değerli eserlerden biri kılan?
Oturan Katip, bacaklarının üzerinde yarı açık bir papirüs tutan, beyaz etekli bir katip figürünü tasvir eder. Heykelin en dikkat çekici yönlerinden biri, kaya kristali ve diğer değerli malzemelerin usta işi kullanımıyla elde edilen olağanüstü canlı bakışlarıdır. Heykeldeki doğal insan anatomisi ve de yüz ifadelerindeki incelik de bu eseri Louvre’un başyapıtlarından biri haline getirmektedir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Oturan Katip heykeli, Louvre Müzesi’nin Sully Kanadı içinde Salle 635 (oda 635)‘de – 10 numaralı vitrinde sergilenmektedir.
11) Mecdelli Meryem Heykeli
Augsburg’daki bir Dominiken manastırı için yapıldığı düşünülen bu etkileyici kireç ağacı heykel, 15. yüzyıl sonları ile 16. yüzyıl başlarında faaliyet gösteren heykeltıraş Gregor Erhart (1470–1540) tarafından şekillendirilmiştir. Heykelde en dikkat çekici unsurlardan biri, Mecdelli Meryem’in saçlarıdır. Hristiyan ikonografisinde, günahlarından arınma sürecinde saçlarını giyinme olarak kullandığı efsanesi, kadim metinlerde sıkça yer alır. Bu sembol, tövbe ve inanç temasını öne çıkarır. Heykelin yüzündeki ifadede görülen içsel huzur ve tevazu, sanatçının ahşap oyma tekniğindeki ustalığını yansıtmaktadır. Heykelin duruşu ise sadelikle derin duygusallığı birleştirerek esere duygu yoğunluğu katmaktadır.
19. yüzyılda ayak bölümleri restore edilen Mecdelli Meryem heykeli, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali döneminde Almanya’ya götürülmüştür. Savaştan sonra ise Fransa’ya iade edilerek Louvre Müzesi’ne kazandırılmıştır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Mecdelli Meryem Heykeli Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde Geç Gotik galerisinde Oda 169’da 6 numaralı vitrinde ziyaret edilebilir. Sully’den Denon Kanadı’na geçtiğinizde önce zemin kattaki Mecdelli Meryem’i, ardından aynı galeride Michelangelo ile Canova heykellerini ziyaret ediniz.
12) Michelangelo’nun “Köleler” (Esirler) Heykelleri
Michelangelo’nun “Köleler” (veya Esirler) serisi, Papa II. Julius’un anıt mezarı için tasarlanan ancak hiçbir zaman mezarda kullanılmamış heykellerden oluşur. Bu serinin en bilinen iki eseri “Ölmekte Olan Köle” ile “İsyankâr Köle”dir. Sanatçı, 1513-1515 yılları arasında şekil verdiği bu mermer heykellerde figürleri kısmen “bitmemiş” gibi bırakarak dönemin diğer heykeltıraşlarından farklılaşmıştır.
Özellikle “Ölmekte Olan Köle”nin boyun eğmiş, yorgun bedeniyle “İsyankâr Köle”nin gerilmiş, mücadeleci duruşu, Rönesans dönemindeki insan formu anlayışına güçlü bir örnek teşkil eder. Kral I. François tarafından Fransa’ya getirilen ve 1794’te Louvre Müzesi’ne kazandırılan bu eserler, günümüzde müzenin en çarpıcı Rönesans yapıtları arasında sayılmaktadır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Michelangelo’nun heykelleri Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde Michelangelo galerisi’nde Oda 403’de ziyaret edilebilir.
13) Antonio Canova’nın Psyche ve Aşk (Cupid) Eseri
Neoklasik dönemin en önemli mermer heykellerinden biri olarak kabul edilen Psyche ve Aşk (Cupid) sahnesi, Aşk tanrısı Cupid’in, sevgilisi Psyche’yi öperek hayata döndürdüğü anı tasvir eder. (Not: Roma mitolojisinde ki Cupid; Yunan mitolojisinde ki Eros ile özdeştir) İtalyan heykeltıraş Antonio Canova, 1787’de başladığı bu eseri titizlikle işlemiştir.
Benzer bir versiyonu Saint-Peterburg’daki Ermitaj Müzesi’nde, alçı modeli ise New York’taki Metropolitan Müzesi’nde bulunur. Louvre’daki eser,romantizmin sanata yansıyanduygusallığını gözler önüne serer.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Psyche ve Aşk Heykeli Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde Michelangelo galerisinde Oda 403’de ziyaret edilebilir.
14) Halka Önderlik Eden Özgürlük” (La Liberté guidant le peuple)
Eugène Delacroix’nın “Halka Önderlik Eden Özgürlük” tablosu, hem sanatsal hem de tarihsel açıdan büyük bir öneme sahiptir. Çoğu zaman 1789 Fransız İhtilali ile karıştırılsa da bu eser, 1830 Devrimi’ni, yani Kral X. Charles’ı deviren ayaklanmayı anlatır.
Tablonun merkezinde yer alan kadın figürü, Fransız ulusal kimliğinin ve özgürlük mücadelesinin simgesi olarak öne çıkar. Elindeki üç renkli bayrak, Fransız Devrimi’nin değerlerini – özgürlük, eşitlik ve kardeşlik – temsil ederken, başındaki Frig şapkası, devrim döneminin önemli bir sembolüdür. Bu kadın figürü, aynı zamanda alegorik bir şekilde “Marianne” olarak da yorumlanabilir; bu, Fransa’nın özgürlüğünü ve cumhuriyet değerlerini temsil eden bir figürdür.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Halka Önderlik Eden Özgürlük Tablosu, Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde 1.katta Oda 700’de (Salle Mollien) ziyaret edilebilir.
15) Napolyon’un Taç Giyme Töreni
Jacques-Louis David’in 1804 yılında gerçekleştirilen imparatorluk törenini resmettiği “Napolyon’un Taç Giyme Töreni” (Le Sacre de Napoléon), yaklaşık 10×6 metrelik devasa boyutlarıyla sanatseverleri hayran bırakan bir başyapıttır.
Dönemin saray ressamı olan David, Napolyon Bonapart’ın titiz isteği doğrultusunda büyük bir özenle çalışmış ve ortaya son derece etkileyici bir kompozisyon çıkarmıştır. Neoklasik akımın etkilerini yansıtan bu tablo, detaylı sahne tasarımı ve mükemmel figür düzenlemesi ile dikkat çeker. Resimde Napolyon’un taç giyme ânı değil, İmparatoriçe Joséphine’in taç giydiği sahne betimlenir; ancak Napolyon’un kendini taçlandırması vurgusu da eserde önemli bir yer tutar. Tabloda, Papa VII. Pius ve çeşitli din adamları da arka planda törensel görkemi sembolize etmektedir. Eserdeki ihtişam, Napolyon’un kendisini Roma İmparatorları’yla kıyaslama arzusunu yansıtır.
Bu tablo, dönemin kraliyet propagandasını yansıtan güçlü bir belge olarak kabul edilmektedir. Napolyon, kendisine imparator unvanını vererek Fransız Devrimi’nin ideallerini kendi otoritesi altında birleştirmek ve güçlendirmek istemiştir. David de Napolyon’un bu isteğini sanat yoluyla başarıyla aktarmıştır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Napolyon’un Taç Giyme Töreni Tablosu, Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde 1.katta Oda 702’de (Salle Daru) ziyaret edilebilir.
16) Samothrake (Semadirek) Zaferi
“Kanatlı Zafer” veya Nike olarak da bilinen bu mermer heykel, M.Ö. 2. yüzyılda gerçekleşen bir deniz zaferinin anısına yapılmış olabileceği düşünülmektedir. 1863’te Fransız arkeolog Charles Champoiseau tarafından 110 parça hâlinde o dönemde Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde bulunan Semadirek Adası’nda bulunmuştur; başı ve kolları eksiktir. Müzedeki Daru Merdiveni’nin tepesinde sergilenen heykel, rüzgârda savrulan giysisiyle dinamik bir görünüm sunar.
Eksik parçalarının bir kısmı zamanla bulunmuştur; Louvre’un en popüler heykelleri arasındaki yerini korur. Müzenin sembollerinden biridir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Semadirek Kanatlı zaferi, Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde ve Daru Merdiveni’nin tepesinde Salle 703 (oda 703)‘te sergilenmektedir.
17) Apollon Galerisi
Kraliyet mücevherlerinin sergilendiği Apollon Galerisi, yalnızca paha biçilemez elmaslar, zümrütler ve spineller barındırdığı için değil, aynı zamanda göz kamaştırıcı tavan freskleri ve mitolojik tasvirleriyle de başlı başına bir sanat eseri niteliği taşır. Apollon Galerisi’nin mimari detayları ve dekorasyonunda, dönemin Barok ve Rokoko üslubunun izleri belirgin şekilde görülür. Tavandaki süslemeler arasında Eugène Delacroix imzalı “Apollo’nun Piton Yılanını Öldürmesi” sahnesi özellikle dikkat çeker. Bu mitolojik sahne galeriye adını vermiştir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Apollo Galerisi, Louvre Müzesi’nde Denon Kanadı’nda, 1. katta ve Michelangelo galerisinde Oda 705’de yer almaktadır.
18) Bir Kadının Portresi – La Belle Ferronnière
Louvre Müzesi’nde Leonardo da Vincinin Mona Lisa dışında başka bir başyapıtı daha var ve bu eser genelde atlanıyor: La Belle Ferronnière.
Leonardo da Vinci’nin “Bir Kadının Portresi” olarak da bilinen bu eseri, genellikle “La Belle Ferronnière” adıyla anılır ve sanatçının 1490-1497 yılları arasında Milano’da Ludovico Sforza’nın sarayında çalıştığı dönemde yapıldığı düşünülmektedir. Bu tablo, Paris’teki Louvre Müzesi’nin Rönesans koleksiyonunun en önemli parçalarından biridir.
Eserin konusu olan kadının kimliği tam olarak bilinmemektedir. Bazı sanat tarihçileri, tablodaki kadının Ludovico Sforza’nın metresi Lucrezia Crivelli ya da başka bir saray mensubu olduğunu öne sürmüşlerdir. Portredeki “Ferronnière” adı, kadının alnında taktığı mücevherli banttan gelir. Orta Çağ ve Rönesans döneminde bu tarz alın bantlarına Fransa’da ferronnière adı verilmekteydi.
Leonardo da Vinci, eserdeki figürü yalın bir fon önünde betimleyerek dikkati tamamen modelin yüzüne ve kıyafet detaylarına çekmiştir. Ressam, Rönesans sanatının karakteristik özelliklerinden biri olan ve aşağıda Mona Lisa’da da değindiğimiz sfumato tekniğini (yumuşak geçişler ve buğulu hava) kullanmıştır. Bu teknik, özellikle yüz hatlarında ve boyun bölgesindeki zarif gölgelendirmelerde kendini gösterir. Modele yandan bakış açısı ve gözlerin izleyiciye dönük konumu da, resmin derinlik ve etkileşim hissini güçlendiren detaylardandır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Da Vinci’nin bu eseri Louvre Müzesi’nde Denon Kanadı’nda, 1. katta ve Oda 710’da yer almaktadır.
19) Mona Lisa
Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa”sı, sanat tarihinin en ikonik ve en çok tartışılan eserlerinden biridir. Rönesans döneminin en parlak dehalarından kabul edilen Da Vinci, 1503 ile 1506 yılları arasında başladığı bu tablo üzerinde ölümüne dek çalışmış olabilir. Eserin, Floransalı bir tüccarın eşi olan Lisa Gherardini’yi tasvir ettiği düşünülür ve bu nedenle “La Gioconda” (İtalyancası) ya da “La Joconde” (Fransızcası) adlarıyla da anılır. Mona Lisa, sahip olduğu gizemli gülümseme ve ince resim tekniği sayesinde her yıl milyonlarca ziyaretçiyi Paris’teki Louvre Müzesi’ne çekmektedir.
Mona Lisa, Kral I. François tarafından satın alınarak Fransa Kraliyet Koleksiyonu’na katıldıktan sonra ününe ün katmış, sanat dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. 16. yüzyıldan beri sayısız sanatçıya ilham veren bu tablo, zaman içinde efsanevi bir statü kazanmıştır. 1911 yılında Vincenzo Peruggia tarafından çalınması, eserin popülerliğini daha da artırmış; iki yıl sonra İtalya’da yeniden bulunmasıyla dünya basınına günlerce manşet olmuştur.
Mona Lisa’ya derinlik ve ruh katan en önemli unsur “gizemli gülümseme”dir. Bazı sanat tarihçileri bu gülümsemenin, Da Vinci’nin uyguladığı “sfumato” adı verilen gölgelendirme ve katmanlama tekniğinin bir sonucu olduğunu belirtir. Sfumato sayesinde yüz hatları yumuşak geçişlerle şekillendirilir ve izleyicide “anlam belirsizliği” hissi yaratır. Pek çok araştırmacı, gülümsemenin mod değiştiren bir etkiye sahip olduğunu ve farklı açılardan bakıldığında farklı izlenimler uyandırdığını öne sürer.
Da Vinci, Mona Lisa’yı kavak ağacı pano üzerine yağlı boya kullanarak resmetmiştir. Sanatçı, Rönesans döneminin bilimsel yaklaşımlarından da yararlanarak anatomi, perspektif ve ışık-gölge oyunlarını titizlikle uygulamıştır. Bu sayede tablo, hem bir portre hem de arka planda yer alan manzaranın uyumuyla dikkat çeker. Kompozisyonun merkezinde yer alan figür, manzarayla kusursuz bir bütünlük sağlar. Mona Lisa’nın bakışları ve ellerinin sakin duruşu, izleyicide dinginlik ve merak uyandırır.
Günümüzde Mona Lisa, Louvre Müzesi’nin en önemli eserlerinden biri olarak kurşun geçirmez camın arkasında sergilenmektedir. Müze, eseri iklim kontrollü bir ortamda saklayarak korunmasını amaçlar. Her gün dünyanın dört bir yanından gelen sanat tutkunları, tablonun önünde uzun kuyruklar oluşturmaktadır.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Mona Lisa, Louvre Müzesi’nin Denon Kanadı içinde birinci katta Devlet Odası olarak adlandırılan 711 no’lu salonda sergilenmektedir.
20) Les Noces De Cana (Cana’da Düğün)
Paolo Veronese’nin 1565 yılında tamamladığı ve 660×990 cm’lik muazzam boyutlara sahip “Les Noces De Cana” (Cana’da Düğün), Louvre Müzesi’nde sergilenen en büyük tablolardan biridir. Bu başyapıt, ünlü Mona Lisa’nın tam karşısında yer aldığı için kimi zaman “dünyada en çok sırt dönülen tablo” olarak anılır. Ancak bu devasa boyutları ve zengin detaylarıyla sanatseverleri büyülemeyi başaran eser, Rönesans döneminin en önemli yapıtları arasında sayılır.
Veronese, Venedik Rönesans resim geleneğinin önde gelen ustalarından biriydi. “Les Noces De Cana” eserini 1562-1563 yılları arasında Venedik’teki San Giorgio Maggiore manastırının yemek salonu için sipariş üzerine yapmaya başlamış ve 1565’te tamamlamıştır. Eser, 1798 yılında Napolyon’un askerleri tarafından Fransa’ya götürülmüş ve günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir.
Bu tablo, Hristiyan inancında Hz. İsa’nın gerçekleştirdiği ilk mucize olarak kabul edilen “suyu şaraba dönüştürme” hikâyesini anlatır. Dini bir temaya sahip olmasının yanı sıra Veronese, eserinde dönemin önemli siyasi ve toplumsal figürlerini de bir araya getirmiştir.
Eserin Detayları ve Öne Çıkan Figürler:
Tabloda, ihtişamlı bir düğün sahnesi işlenir ve toplamda 132 davetli ile 6 müzisyen görülür. Ayrıca kedi ve papağan gibi hayvan figürleri resme canlılık katar. Eserde:
- Masanın sol ucunda gelin ile damat yer alır.
- Hz. İsa, düğünün tam ortasında konumlandırılmıştır.
- 6. sırada, sarı giysisi ve kırmızı kavuğuyla Kanuni Sultan Süleyman’ı fark ederiz. Bu detayı önemli kılan, Kanuni’nin 1566’da vefat etmesi ve böylece eserde ömrünün son dönemine denk gelen bir portresinin yer almasıdır.
- Fransa Kralı I. François, İngiltere Kraliçesi I. Mary, Kutsal Roma İmparatoru V. Karl, Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan ve dönemin diğer önde gelen isimleri de farklı yerlerde resmedilmiştir.
Louvre Müzesi’ndeki konumu: Bu eser Denon Kanadı’nda, 1. Kat 6. Oda’da Mona Lisa’nın hemen karşısında yer almaktadır.
İpucu: Denon’un 1. katında 700’lü odalar boyunca ilerleyerek Delacroix, David, Samothrake Zaferi, Apollon Galerisi, La Belle Ferronnière ve Mona Lisa eserlerini ardışık gezer, en sonunda da Mona Lisa’nın karşısındaki dev boyutlu “Les Noces de Cana” ile turunuzu tamamlayabilirsiniz.
Evet değerli arkadaşlar, itinayla hazırladığımız Louvre Müzesi’nde Görülmesi Gereken Eserler analizimiz burada sona eriyor. Okuduğunuz için teşekkür ederiz. Umarız size Louvre ziyaretinizde faydalı olacaktır.
Cevap Yaz